Ayasofya İbadete Mi Açılıyor?

Geçtiğimiz günlerde Ayasofya meselesi her sene olduğundan daha fazla ses getirerek bir kere daha gündeme geldi. Geçmişe baktığımız zaman da tekrar tekrar gündeme oturuyor olan “Ayasofya Camii Olmalı Mı?” konusu özellikle belirli bir kesimde çok önemli bir yer edinmiş durumda. Peki son karar ne yönde olacak? Ne yönde olmalı? Belki de birçoğumuzun binlerce kez önünden geçtiği bu eser neden geçmişin sakin ve tozlu raflarına yerleşmemekte bu kadar ısrarcı? Onu bu kadar önemli yapan şey ne? Siyasete malzeme mi oluyor?

Öncellikle 2 Temmuz’da toplanan Danıştay, Ayasofya’nın müze durumundan camii halini almasının hukuka aykırı olmadığını, bu yetkinin idarenin takdirinde olduğunu açıkladı ve ek olarak Ayasofya’yı müzeye dönüştüren kararı hukuka aykırı bulup Ayasofya’nın müze oluşunun üzerinden geçen 86 yılın tozunu üzerinden silkeledi diyebiliriz. Kararın 15 gün sonra açıklanacağı duyusu yapıldı ve onay dahilinde Ayasofya Camii açılışının tarihinin 15 Temmuz’a denk getirilmesi düşünüldüğü belirtildi.

Ayasofya’nın tarihine hatta köklerine indiğimiz zaman uğrunda yıllarca kan dökülen İstanbul’un görkemli surlarına rastlıyoruz. Ayasofya’yı sıradan bir anlamda gerçek bir manaya taşıyan, üzerinde bulunduğu kara parçasının yüzyıllardır arzulanan ve asla geçmişte kalmayan hırslara gebe olunan İstanbul olduğunu da söyleyebiliriz. En başa gidersek Ayasofya’nın yapımına Bizans İmparatoru 1. Konstantin zamanında başlanılıyor fakat tamamlanması 2. Konstantin zamanında gerçekleşiyor ancak yapılan bu ilk Ayasofya çıkan bir yangında harap oluyor. Daha sonralarda ise 2. Theodosios tarafından tamir edilerek ibadete açılıyor fakat talihsizlikler Ayasofya’nın peşini bırakmıyor ve dönemine göre çok büyük sayılan bir ayaklanmada tekrardan yakılarak bu sefer asla kullanılmayacak bir hale getiriliyor. İşte buradan sonra adına birçoğumuzun hakim olduğu İmparator Justinyen tamamen kullanışsız olan bu kilisenin yerine muazzam bir kilise yaptırma kararı alıyor. Sunulan kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla yapımında 10.000 kişi çalışıyor. Mimarları ise Miletli İsidoros ve Trallesli Anthemius adlarında iki kişi. Yapımında kullanılan malzemeler Akdeniz’den özel olarak getirilen Artemis’in sütunları. Başına gelmiş en kötü olay olarak değerlendirilecek Latin istilaları sonucunda ise tahrip edilmiş ve içinden çalınan önemli eserler Avrupa kiliselerine kaçırılmıştır. Kilise olarak geçirdiği son felaket olan deprem ile de ibadete kapatılan ve çok yaşlanan Ayasofya, halkın vergileri ile tamir edilerek tekrardan ibadete açılmış, kilise olarak geçirdiği bu sürenin sonunu ise Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethedip kilisenin sonunu getirmiş ve Ayasofya’nın 916 yıllık haç serüveni bu şekilde sonlanmıştır. Önemli bir ayrıntı olarak ise şunu ekleyebiliriz, Fatih, ganimet payı olarak sadece Ayasofya’yı istemiştir. Son olarak 1932 senesinde yenileme amacı ile ibadete kapatılmış ve Türk hükümetinin izniyle ABD’li bir grup bilim adamı, Fatih tarafından üzeri sıvayla kapatılması istenen – Kilise olduğu yıllardan kalan süslemelerine hiçbir zarar verilmedi, yalnızca İslam inancına ters olan süslemelerin üstü sıvayla kapatılmıştır- mozaikleri ortaya çıkarmak üzere çalışma başlatmıştır. Bu sırada politik bir mesele yaşanması ile Ayasofya müzeye çevrilmiş ve 1935 yılında müze olarak ziyarete açılmıştır.

Ayasofya’nın tarihi hakkında daha detaylı bilgilere ulaşmak ve mimarisi hakkında bilgi sahibi olmak isterseniz buraya bakabilirsiniz.

Üzerinden bu kadar yıl geçmesine rağmen hala gündemde olan bu meseleden anlayacağımız en temel şey ise şu olabilir; geçmiş aslında geçmiyor ve Necip Fazıl’ın değimiyle Ayasofya bir kilise, camii veyahut bir müze değil, yalnızca mana.

Döneminde müze olmasının nedenleri ise yine toplumda oldukça zıtlıklara neden bir konu fakat en temel tabiriyle İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerini çok fazla hissedecek olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir dengeleme politikası diyebiliriz. Batı ile ilişkilerimizi iyi tutmak durumunda olduğumuz bu dönemlerde belki de alınabilecek en mantıklı karar bu olabilirdi.

Ayasofya’nın mekansal ve politik değerini ise en objektif şekilde Deniz Ülke Arıboğan’ın katılmış olduğu ve Sinan Canan’ın da fikirlerini paylaştığı videoyu izlemenizi öneririm.

Son olarak Ayasofya’nın siyasi bir mesele haline gelmiş olmasına hakkında ise şunları söyleyebiliriz. Toplumun büyük bir kısmının dini ve milli duygularını oldukça harekete geçiren bu konu amacına ulaşırsa büyük bir coşkuyla karşılanacaktır ve mevcut yönetim için büyük bir oy getirisi sağlayabilir. Yöneticilerin bu konudaki düşüncelerini ise onların vicdanına bırakmak dışında sanırım yapabileceğimiz başka bir şey yok.

Ayasofya her anlamda insanın içerisinde değişik hisler uyandıran muazzam bir eser. İki farklı dinden olan bu insanların kendilerine ait olmasını istedikleri muazzam bir tetikleyici. Tetikleyici diyorum çünkü hepimizin hafızasında yer edinmiş olan Yeni Zellanda’da yaşanan camii saldırısının failinin yaptığı maniseftoda:

“Konstantinopolis’e gelir, tüm cami ve minareleri yıkarız. Ayasofya minarelerden kurtulacak ve Konstantinapol hak edildiği gibi tekrar Hristiyan şehri olacak.”

fadesi yer alıyor. Denildiği gibi geçmiş aslında geçmiyor.

Halkın bu konu hakkındaki düşüncelerine yer verilmiş bir röportaj:

Yazıyı Beğendiysen Paylaşabilirsin

Yazar, çizemez.

Yazar, çizemez.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir